iki ucu keskin bir bıçaktır.


  Bilmeceyi kavramadan, çözüme ulaşılamaz. İnsanla otorite arasındaki ilişkinin niteliği, çoğu kez içsel boşluktan ve anlamsızlıktan kaynaklanan korkularımız belirlemektedir. Korku bazen kişisel varlığımızın güvenliğini korumak kaygısından, bazen de bilme, öğrenme ve kendini aşma tutkusundan beslenmektedir. Zor ve karmaşık bir kavram olan korku, iki ucu keskin bir bıçaktır. 
Camus, 1946 yılında yazdığı “Ne Kurban Ne Cellat” adlı denemesinin girişinde, yaşadığımız çağı korku çağı olarak nitelendirerek şöyle tanımlıyor:
“17. yüzyıl matematiğin, 18. yüzyıl doğa bilimlerinin, 19. yüzyıl biyolojinin çağıydı. Yaşadığımız yüzyıl ise korku ve dehşetin çağıdır. Bu görüşe cevap olarak korkunun bilim olmadığı söylenecektir. Ama bence korku yine de bilimle bağlantılı bir meseledir. 
Çünkü bilimde son dönemde gerçekleşen kuramsal gelişmeler, onu kendisini yadsıyacak, hatta yok edecek noktaya dek getirdi. Uygulamada eriştiği yetkinlik düzeyi ise, tüm insanlığı yıkıma götürdü. Ayrıca korku tek başına ele alındığında, her ne kadar bir bilim sayılmasa da, onun hayatı tehdit eden bir teknik olduğu kuşku götürmez. Yaşadığımız dünyada en çarpıcı gerçek, insanların büyük bölümünün geleceğe inançlarını yitirmiş olmalarıdır. Oysa geleceğe, olgunlaşmaya ve ilerlemeye yönelik umut olmadan anlamlı bir yaşamdan söz edilemez. 
İnsanlar arkasında ne olduğunu bile bilmek istemedikleri bir duvarın önünde yaşıyorlar. Böyle bir duvarın önünde yaşamak, köpek gibi yaşamaktan farksızdır. Gerek benim kuşağımın insanları, gerekse bugün işletmelere ve üniversitelere gitmekte olan insanlar köpekler gibi yaşamaktalar. İnsanlar ilk kez önlerine örülmüş bir gelecekle yaşamıyorlar elbette. Ama daha önceki çağlarda sözün ve çağrının coşkusuyla aşarlardı engelleri. Umutlarını güçlendiren insancıl değerlere tutunurlardı. 
Bugün ise, kendisini sürekli geliştirenlerin dışında artık kimse konuşmuyor. Çünkü dünya bize uyarıları, öğütleri, dilekleri duymayan kör ve sağır güçlerce yönetiliyormuş gibi gözüküyor. Kısa bir tarihsel geçmiş içinde yaşadığımız uygarlık oyunu, (Birinci ve ikinci dünya savaşlarını kastediyor) her şeyi yıktı. Ve bu şey insanoğlunun bir başka kişiyle insanca konuştuğu taktirde, daha yaşanabilir bir dünya kurulabileceğine yönelik umutları da yok etti. İnsanlar arasında sürüp giden diyalog kesildi. 
Sonuçta birbiriyle diyalog kuramayan insanların, korku içinde yaşamaları doğaldır. Ancak burada düşündürücü olan kişinin hem kendisinden hem de insan türünden korku duymasıdır.”
Doğrusu Camus görüşlerini biraz sert bir üslup ile dile getirmekle birlikte, yaşadığımız korku çağını oldukça başarılı biçimde anlatıyor. Bilmeceyi kavramadan, çözüme ulaşılamaz. Gelelim bugüne…
Egoları zirve yapmış adeta insanlıktan çıkmış robotların kontrolündeki bilim ve teknolojinin insanı tehdit edip durduğu, bu dünyada korku hissetmemek mümkün mü? Cesaretin dillendirilmesinde “Allah’tan başka kimseden korkmam!” nidası vardır. Ama, “Erkekliğin 10’da 9’u kaçmaktır ve kaçanın anası ağlamaz!” deyimleri de vardır. Böylesine cesur yürek taşımak. Bu hayatı tekil yaşayıp bencil kararlar verebilmek, yaşanmışlıklar ve yaşanılacaklar karşısında kavi durup, metaneti korumak öylesine kolay değildir. Hele bir de sorumluluk taşınıyorsa hepten zordur. 
Gün olur, bir ürperti kaplar bedeni. Korkuyorum, demeye korkarsınız. ‘Korkak’ yaftası yemeyi nefsinize kabul ettiremezsiniz. Bir Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan çıkar karşınıza; canınıza, ırzınıza, malınıza el uzatmaya kalkar, kaçamazsınız, korkunun ecele faydası yok deyip, can havliyle elinizden geleni yaparsınız. Ne olacağı bilinmeyen bu hayatta bunların hepsi yaşanabilir. Kaçışımız kadere dönmek olacaktır. Bu hayatta esas olan ihtiyatı, tevekkülü elden bırakmadan cesaret ve özgüven ile yol almaktır. 
Gerisi sığındığımızın yazdığı yazgıya kalmıştır.










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurtlar Vadisinin Hamide Ana’sı Eğirdir’de…

Kim Bu Arif Hoca?...

Hakim, Savcı ve Komutana Duygusal ve Güzel Veda...