IŞIK YAĞMURU



Gökyüzü çiçeklerin açtığı yeryüzünü seyrediyordu. Yeryüzünde çiçek açan ağaçların arasında gökyüzünü inceleyen bir çocuk akşamın olduğunu ışığın solduğunu gördü. Sular karardı, gökyüzü siyahtan görünmez oldu. Çocuk gördüğü karalığı gökyüzü sandı. Oysaki gökyüzü o gördüğü ve gökyüzü sandığı karanlığın ardındaydı. Ay ışığında saklıdır. Gökyüzüde o ışığın kaynağında. Ağladı çocuk hiç sebepsiz. İçindeki taze söğüt dalları kırıldı. Yüzünden süzülen gözyaşına dokundu. "Bu ne ki?" dedi. Tam bu esnada Gökyüzü sandığı karanlığın içinden çok şiddetli bir ışık ve beraberinde şok ses dalgası belirdi. Gözyaşına dokunan çocuk, farkında olmaksızın istemsiz iki avucuyla kulaklarını kapadı, gözlerini kıstı. O yüksek ses ve göz kamaştırıp kıstıran ışık gökyüzünden yeryüzüne düştü. Düşmesiyle birlikte paramparça pare pare olup dağıldı ışık dörtbir tarafa. Çocuk avuçları kulaklarında gözleri etrafa saçılan ışıklarda olduğu halde gülümsedi. Güneş vurulmuş olmalı dedi. Güneşin vurulamayacağını bilemezdi. Işık yağan mahallesinde sesler, feryatlar, önü, sonu belli olmayan kargaşa doruğa çıktığında. Siren sesleri çepeçevre kuşatmışken mahalleyi , çocuk uzaklaşmıştı kendinden. Işık bilyeleri yere çarpıp yükseliyordu karanlık sandığı gökyüzüne. Sonra kayboluyor, sönüveriyordu. Yeryüzünde coşuyordu ışık şelalesi. Karanlığın bir noktasından anbean ışıklı bilyeler kopup düşüyordu. Sesler kesilmişti, aslında kesilmemişti de çocuk işitmiyordu. Işık kendisine doğru yanaşsın, yaklaşsın istiyordu çocuk. O kadar yaklaşsın ki kendisini içine alıp yükselsin istiyordu gökyüzüne. Öylesine yükseğe çıkmalıydı ki ışık, balkonunda bulunduğu evini, bütün sokağını, bütün mahalleyi hatta ve hatta bütün şehri görebilmeliydi. Şehrin ışıkları bir bir söndü. Ama karanlıktan kopan ışıklar sönmek bilmedi. Dünyanın en temiz bedeni ve yüreğini taşıyan balkon titriyordu adeta. Işık adım adım yaklaşıyordu kendisini hayranlıkla izleyen çocuğa. Her adımda ayak sesi ve ışık hüzmesinin şiddeti artıyordu. Ne olur biraz daha yaklaş diyordu çocuk. Az biraz daha. Beni kucakla, öyle kucakla ki bir daha bırakma. Çıkar beni kaynağına şikayet etmem daha tabağımdaki yemekleri beğenmemezlik, tüketmemezlik etmem söz veriyorum. Karanlık gökyüzü yırtıldı bir anda hayatında görmediği ve bir daha göremeyeceği yoğunluktaki ışık yöneldi çocuğa. Çocuk işitemediği sevinç çığlığını bıraktı. Çocuk yükseliyordu gökyüzüne ışıkların kuşatması içinde. Sokağını, mahallesini, şehrini, bölgesini, ülkesini görebiliyordu artık. Güneş vurulup düşmüştü ama kendine gelmesi uzun sürmemiş onuda alıp yükselmişti gökyüzüne. 
Gece sabaha el verdi, güneş tuttu geceyi elinden ayağa kaldırdı. Gece uykulu gözlerle nöbetini güneşe bıraktı, el sallayıp uzaklaştı. Güneşin içindeki çocuk gülümsedi gecenin bu haline. Berrak koyu göz bebekleri yeryüzüne yöneldi. Sokağını gördü. Ama ait olduğu ev dahil bir çok ev taşınmıştı yerinden. Işık almış götürmüş olmalıydı kendisi gibi onlarıda. Amcasını gördü çocuk köstebeklerin kabarttığı onlarca tümseklerin başucunda durmuş iki elini avuç içleri gökyüzüne gelecek şekilde açmış halde kendisine bakar buldu. Ben onu gördüm ya, oda beni görmüş olmalı dedi. Gülümsedi içten, safiyane. Bununlada yitinmedi çocuk el salladı aynı güneşe el sallayan gece gibi. Filistinde sabah olmuştu. Filistinde her gece ışıklara gebedir. Filistinin geceleri ışıklar doğurur. Akşamları güneş vurulup düşer filistine. Can çekişir ama ölmez bilmemki niye. Her defasında silbaştan yine yeni yeniden yükselir gökyüzündeki uzak yurduna. Keşke ölse güneş ve kopsa dünya yörüngesinden. Ve sabah olmasa silbaştan yeniden. Filistin üzerine doğan güneş hiçbir vakit bir gün öncesinin çocuklarını tam eksiksiz bulamaz bıraktığı yerinde.

AHMET YETKİN





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurtlar Vadisinin Hamide Ana’sı Eğirdir’de…

Kim Bu Arif Hoca?...

Hakim, Savcı ve Komutana Duygusal ve Güzel Veda...