Peki ne zaman girdim Eğirdir in yörüngesine?.





 Eğirdir de sabaha karşı altın sarısı dökülür gökyüzünden göl yüzeyine. Işıtır ama ısıtmaz olur güneş. Oluklacı da çıplak meşe ağaçlarının arasında rüzgar ıslık çalar. Aynı anda bir esnafın ağzından Bismillah dökülür. Dükkan kepengi dürelenir yukarı doğru. Rüyasında artık aksamadığını gören, bu uğurda Anadolunun ücra bir şehrinden Eğirdir e gelen bir hasta, hastane yönünde ilerler. Bir anne uyuyan bebeğini izler. Elinde buda makası ile bir grup genç elma bahçesine girer, soğuktan ürpererek. İtiş, kakış dolmuşa doluşmuş üniversite öğrencileri dolmuşun hareket saatini beklerdi tatil olmasaydı eğer.Ya şimdi onlar neredeler. Dünyaya geldikleri yerdeler. Oradan izliyorlar hayatı ve sevdiklerini. Nöbetçi kulübesinde bir asker ailesini düşleyerek ısınır. Konya istikametine doğru ilerleyen şehirlerarası otobüste uyku mahmurluğuyla camdan dışarıyı izleyen yolcular "Eğirdir ne kadar güzelmiş!" der. Asgari ücretli bir işçi, işine giderken bakkal sahibine gözükmemek için aşırı itina eder. Kale meydanında tezgahına sebzeleri, meyveleri, süt ürünlerini taşıyan yurdum insanı perşembe pazarının bereketli geçmesini ister. Hamamcı hamam kazanını ateşler, "yarın Cuma, bugün arınmaya gelenler çok olur" der. Anaokulu önünde kuzucuklar bakar ebeveynlerine ıslak gözlerle. Bunu yaparken ağlamazlar, sade ve sadece nemlidir gözler. Bilirler ki ağlamaları, feryat etmeleri fayda etmeyecektir. Hayat bunu gerektirir. Acıları içine atacaksın, oyunu kuralına göre oynayacaksın. İlk-orta-lise önlerinde kümelenmiş öğrenciler artık yoktur. Sömestır, yarıyıl tatili öğrenci silüetlerini ve çığlıklarını süpürmüştür.Caddelerde farklı yönlerde araçlar kendilerini bekleyen kaderlerinin, kederlerinin, sevinçlerinin üzerine sürerler arabalarını. Bir yerel gazete çalışanı bilgisayarını açar, içinde biriken dertlerini yok sayarak, biriken bölge haberlerine bakar. Çoksa ayıklar, azsa mayalar çoğaltır. Yarın cuma gazete günü. Bugün akşama kadar boş kağıtlara resimler, harfler serpiştirilmeli, mübarek günün sabahı, milletin eline tutuşturulmalıdır gazete. Çarşambanın gecesinden perşembeye sarkan ben sabahın 4,30 una eriştiğimi farkediyorum saate bakınca. Eriştim de ne oldu?. Başım göğemi değdi? Hayır. Ama yaşamam emredilmiş, hayatın bu zaman diliminde. Bu emre boyun eğip yaşamak kulluğumun, boynumun borcu. Bir müzik sesi " Ah İstanbul yine harcadın beni!" diyor.O bitiyor, yenisi başlıyor; "Gülünü  soldurmadan, gülüşün kararmadan aşk mümkünmüdür hala. Akşam kavuşmadan, dükkan kapanmadan. Hayat savurmadan, yıllar sararmadan aşk mümkünmüdür hala. Zamana aldırmadan, korkmadan savrulmadan aşk mümkünmüdür hala?."
                                                                        ***
Ne zaman çıktım hayatın emrinden, hiçbir zaman. Peki ne zaman girdim Eğirdir in yörüngesine?. 31 Kasım 1992 de. O gün bugündür o dünyanın içinde, ben onun içinde onunla birlikte dönmekteyim. Bazen ondan, kendimden uzaklaşsamda kopamadık birbirimizden. "Ne seninle, ne de sensiz olmuyor" derken bulduk kendimizi birbirimize. Kirletildik, kirlendik o günden bugüne. Baharı beklerken zehmeriler, kara kışlar, maküs talihlerimiz kondu dallarımıza. Buzlar çözülmeden biz çözüldük ama terketmedi sevdamız bizi yine de. Yaralandık, berelendik, örselendik ama ışığı göremedik, suda delik açıp, oradan bir yol bulup öte aleme göçemedik, ölemedik. Tamama eremedik, ikimizde eksik gediktik, birbirimize yaslanıp yolumuza devam ettik. Kimi zaman kan kustuk ama bu ne diye soranlara "Kızılcık şerbeti içtik" dedik. Bu halimizi görenler "Düğün ne zaman?" dediler. İkimiz bir ağızdan "Düğüne çeyrek, ölüme 5 var!" dedik. Yıllar sayısıyla kaç yıl yaşadığımızı bilemedik. Bilsek te hiç bir zaman bunu birbirimize söylemedik. Bunun bir önemi yoktu. En nihayetinde bir gün gelecek her canlı gibi ölecektik bizde. O halde hangi tarihe kadar uzanıp el vereceğimizi bilemezdik, bilemedik te. Bunları size anlatmak zorundamıyım? Hayır. O halde neden anlatıyorum. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey. Yazarken klavyenin üzerine harf kazınmış tuşlarına dokunurken, piyanonun tuşlarına dokunuyormuş gibi hissediyorum kendimi. Bu histen ortaya çıkan, içime, dışıma taşan ezgi, nağme başımı döndürüyor. Böyle durumlarda içmeden serhoş oluyorum. Anlatılmaz yaşanır tarifi imkansız hoş hazlara bulanıyorum. Tükeniyor, tüketiyorum dünya hapishanesindeki müebbet hapsimi harflerle raks ederek. Burası sizinde eviniz, hapishaneniz sayılır, rahatınıza bakın. Ruhumu, bedenimi bana ait olan neyim varsa bütün değerlerimi avuçlarında tutan güce boyun eğdim. Yürüyorum benim için açtığı hayat yolunda. Kimi zaman insan kalabalığının gezindiği kaldırımda minik adımlarla ilerleyen karınca gibi. Kimi zaman suyun içindeki alabalık gibi, dünümü, yarınımı düşünmeden hayat suyumu yararak ilerliyorum. Sonsuz bir açlık çekiyorum. Sağım, solum, önüm, arkam olta çengelleri ve onların uçlarında envai çeşit yiyecekle dolu. Açlığımı sineme çekip, onu oramda unutuyorum. Biliyorum bir gün hatırlıyacağım onu ve işte o vakit olta çengellerini unutup yiyeceklere dalacağım. Ve hareket etmeme, yaşamama sebep olan iplerim çekilecek ve yaşamın kaynağına nirvanaya doğru yükseleceğim. O vakte kadar tahammül edin bana ve Eğirdir e. 

Ahmet YETKİN




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurtlar Vadisinin Hamide Ana’sı Eğirdir’de…

Kim Bu Arif Hoca?...

Hakim, Savcı ve Komutana Duygusal ve Güzel Veda...